Keşf
Tasavvufun Bilgi Kaynağı
Tasavvufta “keşf” terimi, aklın ve duyuların yetersiz kaldığı ilâhiyyât konularında doğrudan bilgi edinme yolu anlamında kullanılır. Sûfîler kalbin biri duyular âlemini, diğeri gayb ve melekût âlemini algılamaya müsait iki yönü bulunduğuna dikkat çekmiştir. O yüzden tasavvufa “ilmü’l-kulûb”, sûfîlere de “ashâbü’l-kulûb” ve “ehl-i dil” gibi isimler verilmiştir. Kalbin melekût âlemiyle irtibat kurup doğrudan bilgiler alabilmesi için her türlü kötülükten arınması gerekir. Bu gerçekleştiği takdirde kalpteki perdeler kalkar ve oraya Allah’tan veya meleklerden bilgiler gelir. Bunu ifade sadedinde “keşf” terimi hem “perde arkasında ve aklın ötesinde olduğu için gâib olan bazı şeyleri bilme” hem de “Allah’ın tecellîlerini temâşâ etme” şeklinde tanımlanmıştır.

Mükâşefe
İki şey arasındaki perdenin kalkması ve bu iki şeyin birbirine karşı açığa çıkması anlamına gelen “mükâşefe” terimi de çok defa keşf anlamında kullanılmıştır. Tasavvufa “mükâşefe ilmi”, sûfîlere de “ehl-i mükâşefe” veya “ehl-i keşf” denilmesi keşfin/mükâşefenin bu alandaki önemini ifade etmektedir. “Feth”, “müşâhede”, “tecellî” ve “ilham” gibi terimler de keşfe yakın anlamlar taşımaktadır.
Havâs İlmi
Tasavvuf yolunda ruhî çaba ile nefsini günahlardan arındırıp kalbini Allah’a bağlayarak ilâhî sırları kavramaya çalışanlar, Kur’an ve hadisten herkesin farkına varamadığı sırlı mânâları keşifle bulma ve kavrama özelliğine sahip olmaktadır. Bu bilgilere “havas ilmi”, buna sahip olan velîlere “havas”, en üstün olanlarına “hâssü’l-havâs” denilmektedir. Havas ilmi çerçevesinde, tasavvuf geleneğinde harflerin sırlarına dayalı hurûf ilminin ayrı bir yeri vardır. Harflerin anlamlı bir terkibiyle meydana geldiği kabul edildiğinden esmâ-i hüsnânın da hurûf ilmine ait işlemlerin konusu içine girdiği belirtilmiştir. Dayandığı sırların keşf ve ilham kaynaklı olduğu özellikle vurgulanan hurûf ilmini, Fazlullah-ı Hurûfî’nin VIII. (XIV.) yüzyılda Bâtınîlik’ten etkilenerek kurduğu Hurûfîlik ile karıştırmamak gerekir.Örnek Havas ilmi kaynağı:
Şemsü’l-maârif
Havas ilmine dair en tanınmış eser, Kuzey Afrikalı âlim Ahmed b. Ali el-Bûnî’nin (ö. 1225) Şemsü’l-maʿârifi’l-kübrâ’sıdır. Eser “harfler ilmi, sayılar ilmi, cefr ve vefkler ilmi, zâyirçe (yıldızların belirli bir zamandaki yerlerini ve durumlarını gösteren çizelge) ilmi, anâsır-ı erbaa, yıldızlar felekler burçlar ve menziller ilmi, isimler rukyeler tılsımât ve duâlar ilmi ve simyâ ilmi gibi ilim dallarında bilgileri içerir. Müellif; girişte eserinden ancak Allah’ı zikreden, maddî ve mânevî temizlenmeyi gerçekleştiren, seyrüsülûk yapan kimselerin faydalanabileceğini, içerdiği bilgilerin sadece belli bir riyâzet ve halvetle tatbik edilebileceğini, bu sebeple tasavvufî bir mâhiyet arz ettiğini belirtir.
(Eserin Türkçe tercümesi yayımlanmıştır. Ayrıca İslâm Ansiklopedisi’nin (DİA) “Vefk” maddesinin kenarında, vefk örnekleri yayımlanmıştır. Türk İslâm Eserleri Müzesi’nde de padişahların giydiği tılsımlı gömlekler sergilenmektedir.)

İşârî Tefsir
Sûfîlerin keşif yoluyla kalbine doğan bilgiye dayanarak Kur’an âyetlerini yorumlaması sonucu işârî/tasavvufî tefsirler ortaya çıkmıştır. Ebû Süleyman ed-Dârânî (ö. 215/830) bu işârî mânâları bazı âyetlerle sınırlı biçimde ilk dile getirenlerden biridir. Sehl et-Tüsterî’nin bu alandaki kısmî tefsiri Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (Tefsîrü’t-Tüsterî) günümüze ulaşmış, ancak tasavvufî mâhiyette ilk tam tefsirin yazarı olarak bilinen İbn Atâ ile Ebû Bekir el-Vâsıtî’nin eserleri zamanımıza kadar gelmemiştir. Sûfîler keşfe dayanarak Kur’ân’ı tefsir ettikleri gibi, bir hadisin veya hadis âlimlerince sahih görülmeyen bir kısım hadislerin sahih olduğunu da keşif yoluyla tespit etmektedirler.Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîm
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’ye (ö. 896) nispet edilen Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm her sûreden bir veya birkaç âyetin işârî tefsirini içermektedir. İlk dönemde yapılan işârî/tasavvufî tefsirlerden günümüze ulaşan ilk eser budur. Eser kendisinden sonraki birçok işârî tefsire de kaynaklık etmiştir.
(Eserin Türkçe çevirisi Nefes Yayınevi’nden çıkmıştır.)
Rûhu’l-beyân
İsmâil Hakkı Bursevî’nin (ö.1725) Arapça üç cilt olarak düzenlediği işârî tefsiri, 1705 yılında tamamlanmıştır. Tasavvufî yönü ağır basmakla birlikte, kaynakları dolayısıyla hem rivâyet hem dirâyet tefsirinin özelliklerini taşımaktadır. Tasavvufî yönünü büyük ölçüde önceki işârî tefsirlerin oluşturduğu eserin bu alandaki en önemli kaynağı, Necmeddîn-i Dâye’nin Baḥrü’l-ḥaḳāʾiḳ isimli tefsiridir.
(Eser Hasan Kâmil Yılmaz başkanlığında bir heyet tarafından Rûhu’l-beyân: Kur’an Meâli ve Tefsiri adıyla Türkçeye çevrilmiştir.)

Ricâl-i Gayb
Tasavvuf ehli; keşif bilgisine dayanarak Allah’ın velîleri arasında “ricâlü’l-gayb” (gayb erenleri) diye ifade edilen, âlemdeki mânevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için çalışan kimseler bulunduğunu belirtmektedir. Bağdatlı sûfî Muhammed b. Ali el-Kettânî (ö. 322/934) tarafından dile getirilen ve Hakîm et-Tirmizî, Ebû Tâlib el-Mekkî, Sülemî, Kuşeyrî, Hücvîrî, Gazzâlî gibi sûfîlerce benimsenip eserlerinde yer alan bu anlayış, Muhyiddin İbnü’l-Arabî tarafından tasavvuf anlayışının merkezine yerleştirilmiştir. Kaynaklarda unvanları, yetkileri, sayıları ve bulundukları yerlerle ilgili çeşitli bilgiler bulunan bu velîler arasında belli bir hiyerarşi vardır. En başta olana “kutub, kutbü’l-aktâb, gavs, gavs-ı a‘zam” gibi isimler verilmektedir.