Zühd Dönemi
H. I.-II. / M. VII.-VIII. Yüzyıllar
Dünyaya ilgi göstermemek anlamına gelen “zühd” kavramı, dünyaya karşı olumsuz tavır ve davranışların bütününü ifade için kullanılmış, bu tavrı benimseyenlere de “zâhid” denilmiştir. Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan askerî, siyasî ve sosyal gelişmeler; ganimet mallarının artışıyla maddî refah seviyesindeki yükseliş ve toplumda dünyaya bağlılığın artması, tâbiîn ileri gelenlerinin Resûl-i Ekrem’e ve sahâbe nesline uyarak zühd hayatına yönelmelerine sebep olmuştur. Tasavvuf ehli dinde aslolan zühdü, dünyevî ve maddî olan şeyleri elinden değil gönlünden çıkarma şeklinde tanımlamıştır.

Muhabbet
Zâhidler ve ilk sûfîler II. (VIII.) yüzyılın sonlarına doğru sevgi ve ümidi öne çıkarmışlar; zamanla sevgi, tasavvufun temeli hâline gelmiştir. Tasavvuf anlayışı esasen Allah sevgisi ile birlikte Allah korkusu temeline dayanmakta, ancak Allah korkusu aynı zamanda Allah’ı sevmekten kaynaklanan bir çekinme olduğu için bu iki kavram birbirini tamamlamaktadır. Kur’an’da Allah’ı sevmek ve O’nun tarafından sevilmek için Peygamber’e itaatin şart koşulması (Âl-i İmrân 3/31) ve iyi bir müminin Peygamber’i kendisinden daha çok sevmesi gerektiğine dair hadisler, ilk sûfîleri Resûlullah’a tam bir sevgiyle uyma hususunda derinden etkilemiş, bu sebeple onun yaşadığı mânevî ve ruhanî hayatı devam ettirmeyi birinci vazife olarak görmüşlerdir.HUB (Ar. ḥubb) Sevgi, tutku.
