Eğitim Hayatı


Filibe Sokaklarından Beyoğlu’na
Ken’ân Rifâî’nin hayatındaki en önemli eğitim kurumu, sekiz yaşında başladığı ve yaklaşık on bir yıl boyunca devam ettiği Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’dir (1877-1888). Kendisi ilk eğitimini Filibe’de Sıbyan Mektebi’nde almıştır. Babası Abdülhalim Bey, Filibe’den ayrılma hazırlıkları içerisindeyken oğlunu öncelikle Galatasaray’a daimî leylî/yatılı olarak yazdırmıştır.Edebiyat bölümü öğrencisi olan Rifâî; Fransızca, Almanca ve birçok Avrupa dilinin kökeni olan Latince eğitimi sayesinde bu dillerin klasik ve modern eserlerini asıllarından okuma imkânı bulmuştur. Dinî ve tasavvufî ilimler açısından önemli olan Arapça ve Farsçayı, Sultânî eğitimi sırasında almıştır.
Ken’ân Rifâî’nin Galatasaray Mekteb-i Sutânîsi’nden aldığı en önemli donanımın, buradaki eğitimin gayesine de uygun olarak, farklı kültürleri sentezleme becerisi olduğu söylenebilir. Nitekim Ken’ân Rifâî’nin maârif müdürlüğü ve tekke şeyhliği görevlerindeyken, Mekteb-i Sultânî eğitiminin ona kazandırdığı bu donanımı, birey ve toplumun iyileşmesi, bilhassa kültürel ikilemlerin aşılması yolunda bir araç olarak kullandığı görülmektedir.

Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi Kısa Tarihi
Türk eğitim tarihinde önemli bir yere sahip olan Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’nin geçmişi II. Bayezid dönemine kadar uzanmaktadır. Rivayete göre, av dönüşü Gülbaba olarak tanınan bir ihtiyarla karşılaşan Sultan, onun ikram ve sohbetinden çok hoşlanınca, kendisinden bir isteğinin olup olmadığını sorar. Gülbaba da Padişah’a, şu anda lisenin bulunduğu Beyoğlu sırtlarını göstererek, orada bir mektep yapılması arzusunu dile getirir. 1431 tarihinde Galata Sarayı Enderûn Mektebi adı ile temelleri atılan bu kurum, zaman içerisinde muhtelif değişiklikler geçirmiştir.
19. yy. Osmanlı Devleti için modernleşme çabalarının hız kazandığı bir dönemdir. Ülkedeki önemli eğitim kurumlarından olan Enderûn Mektebi, bu değişimin dışında kalmamıştır. Enderûn Mektebi, önce Galatasaray Tıp Mektebi’ne sonra da Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ne dönüşecektir. Burası daha sonra başka vilayetlerde açılacak olan liselere örnek teşkil edecektir.
Mekteb-i Sultânî 1 Eylül 1868 tarihinde eğitim vermeye başlar. Kurumun amacı, devlete liyakatli memur yetiştirmek ve Tanzimat programının uygulanması sırasında ihtiyaç duyulan seçkin zümreyi oluşturmaktır. Bu okuldan mezun olan pek çok kişi, devletin önemli kademelerinde görev almıştır.
1923 yılında cumhuriyetin ilânından sonra, Mekteb-i Sultânî ismi Galatasaray Lisesi’ne dönüşmüş, 1994 yılından itibaren ise Galatasaray Üniversitesi kurumun bünyesine dahil olmuştur.

Ali Suâvi (ö. 1878)
Osmanlı Devleti’nin son döneminde yetişen fikir ve mücadele adamı, gazeteci, Yeni Osmanlı Cemiyeti üyesi ve ilk Türkçülerden biri olarak tanınmıştır. Ali Suavi, klasik bir medrese tahsili ve düzenli bir eğitim görmemekle birlikte felsefeden filolojiye, tarihten coğrafyaya, edebiyattan politikaya, sosyolojiden iktisada ve dinî ilimlere kadar birçok konu ile meşgul olmuş, özellikle Türkçülük, İslamcılık, dilde sadeleşme, devlet yönetimi, hilâfet, siyaset ve ahlâk alanlarında Osmanlı Devleti ile toplumunun problemleri üzerine kafa yormuş, çözümler aramıştır.Ken’ân Rifâî’nin Galatasaray Sultânîsi’ndeki ilk eğitim yıllarının, Ali Suâvi’nin (ö. 1878) müdürlük yaptığı döneme rastladığına değinmek gerekir. Ali Suâvi 1877 yılında mektebin müdüriyetine geldiği günden itibaren, Abdülhamid dönemi eğitim anlayışını yansıtan ve sonrasında da eğitim alanındaki ıslahatlar için örnek teşkil edecek bir seri uygulamaya başlamıştır. Bunların içinde öğretmenlerin genellikle Türk ve Müslüman uyruktan seçilmesi, Arapça, Osmanlıca, Farsça, ahlâk ve akaid derslerinin müfredata yerleştirilmesi gibi hamleler dikkat çeker.

Recâizâde Mahmud Ekrem (ö. 1914)
19. yüzyıl Osmanlı dönemi Türk edebiyatının önde gelen şâir ve yazarlarındandır. 1860’lı yıllarda Şinâsi ile başlayıp Nâmık Kemal ve Abdülhak Hâmid’le gelişen Yenileşme Hareketi’nin başlıca temsilcilerinden biridir. Asıl kişiliğini Tasvîr-i Efkâr’da yazmaya başladıktan sonra kazanan Recâizâde Ekrem, Yeni Osmanlılar Cemiyeti mensuplarıyla yakın ilişki içinde bulunduğu halde aktif politikaya karışmamış, faaliyetlerini daha çok edebiyatın yenileşmesi yönünde yapmıştır. Gerek Mekteb-i Sultânî’de gerekse Mekteb-i Mülkiyye’deki hocalığı sırasında otoriter kişiliğiyle talebelerinin sevgisini kazanmış, bundan dolayı “Üstat Ekrem” diye anılmıştır. Avrupaî şiir ve edebiyatın gelişmesine, eserleri yanında fikirleri ve gençlere yol göstermesiyle katkıda bulunmuştur.
Muallim Nâci (ö. 1893)
Muallim Nâci, Türk yazar, şâir, öğretmen ve eleştirmendir. Aruz veznini Türkçeye kusursuzca uygulamak için çalışmış bir Tanzimat dönemi şâiridir. Eski ile bağları koparmadan yenileşmeyi savunmuş; edebiyat tarihinde “eski şiir”in temsilcisi sayılmıştır. 1983’ten itibaren bir süre Tercümân-ı Hakîkat gazetesinin edebiyat sayfasını yönetmiştir.Rifâî’nin şiirlerinde, büyük ölçüde geleneksel bir tutum içinde olan Muallim Nâci’nin kendisinde bıraktığı izler hissedilebilir. Hocaları ile kurduğu güzel irtibat de dikkat çekicidir. Muallim Nâci, Rifâî’yi şiir okuma becerisinden dolayı “oratör” olarak adlandırmaktadır. Bu dönemde Muallim Nâci’nin, Rifâî için şöyle bir beyit yazdığı kaydedilir: “Dünyâda yok senin gibi ceylân mısın nesin? / Bu hüsn-i hadle Yûsuf-ı Ken’ân mısın nesin?” Yine Muallim Nâci’nin, Rifâî’nin mezuniyetinden yaklaşık on sene sonraki bir karşılaşmalarında, Ken’ân Rifâî’nin “Hocam beni unuttun mu?” şeklindeki sualine, “Unutulur mu Ken’ân illeri, unutulur mu Ken’ân illeri?” şeklinde cevap verdiği bilinmektedir.

Muallim (Ahmed) Feyzî (ö. 1910)
Son dönem bürokrat, eğitimci, yazar ve şâirlerinden Muallim Ahmed Feyzi, Tebriz’de dünyaya gelmiştir. Dönemin bilginlerinden Esed Molla’nın oğludur. Ezher’de eğitim almış, İstanbul’a gelip Osmanlı uyruğuna geçtikten sonra eğitimle ilgili vazifelerde bulunmuştur. Galatasaray Sultânîsi’nde Farsça öğretmenliği yapmış ve Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde “Sürûş” adıyla yazılar yazmıştır.
Münif Mehmet Paşa (ö. 1910)
Rifâî’nin psikoloji dersi öğretmeni Münif Mehmed Paşa (ö. 1910), medrese geleneğinden gelmekle birlikte, Bâbıâli tercüme odasında çalıştığı ve Berlin Sefâreti’nde başkâtiplik yaptığı dönemlerde farklı fikir çevreleriyle yakınlaşmış bir düşünür ve eğitimcidir. Paşa, toplumu çağın gerisinde bırakan göreneklere karşı duruşuyla tanınmıştır. Hilmi Ziya Ülken’e göre Münif Paşa, terakkîci bir medeniyetin öğreticisidir ve ansiklopedistlerin XVIII. yüzyıl Fransa’sında gördüğü işlevin benzeri bir işlevi, son dönem Osmanlı maârifinde ortaya koymuştur.
Mehmet Zihnî Efendi (ö. 1919)
Mehmed Zihnî Efendi, ulûm-i âliye (medrese öğretim üyeliği) görevi bulunan ve Maârif Nezâreti bünyesinde birçok komisyonda, mecliste görev almış bir eğitimcidir. Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi ulûm-i Arabiyye ve dîniyye muallimliği (1879) görevine başladığında, Ken’ân Rifâî okulun orta öğretim kısmında öğrencidir. Zihnî Efendi zeki, dikkatli, eleştirel yöne sahip ve düzenli olarak yazan âlim bir zattır. Hulusî Kılıç, İslâm Ansiklopedisi’nde kendisinden şöyle bahsetmektedir: “Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’nde ve Mekteb-i Mülkiye’deki hocalığı sırasında, çığır açıcı öğretimi sayesinde birçok değerli talebe yetiştirmiştir. Babanzâde Ahmed Nâim, Ali Nazimâ, Ken’ân Rifâî, Hanbelîzâde Muhammed Şâkir ve Abdülhak Şinâsi Hisar bunlardan bazılarıdır.”Rifâî, Mehmet Zihnî Efendi’den dinî bilgilerini zenginleştirme konusunda istifade etmiştir.